Her şey bir yana, 20 yıldır birlikte çalan bir ekip, inanılmaz değil mi? Topluluklar dağılıyor, üyeleri değişiyor, bir gördüğümüzü bir daha göremeyebiliyoruz ama ‘90’lı yıllarda Ortaçgil konserlerini dinlerken duyduğumuz sesleri bugün aynı şekilde duymak öyle güzel ki…
Müzik dünyasında beni heyecanlandıran az şeyden biri, şu cümle: “Yeni Ortaçgil albümü çıkıyor.” Geçtiğimiz günlerde Aslı Atasoy aradı, bu cümleyi kurdu. Memleketin şu kötü zamanlarında öyle iyi geldi ki bu! Dahası da vardı üstelik: Albüm şerefine, Ortaçgil’le yapılmış bir kahvaltı. Gittim, gördüm, şimdi yazıyorum.
ortacgil-album
Yeni albüm dediğim çok da “yeni” bir şey değil aslında. Adı “Senfonik Ortaçgil”. Kapakta “Sen” sözcüğü vurgulanmış çünkü son Ortaçgil albümünün adı bu ve kayıtlı konser, bu albümün konseri: Tamamı çalınmış, aralara Ortaçgil klasikleri serpiştirilmiş. “Sen”, o güne dek yapılanların aksine, yaylılarla zenginleştirilmiş bir albümdü. Konserin “senfonik” olması, buna bir saygı duruşu. İbrahim Yazıcı yönetimindeki 26 kişilik orkestra, Ortaçgil ve ekibine eşlik ediyor. 2012’de Gaziantep’te, görev başında uğradığı saldırı sonucu hayatını kaybeden Dr. Ersin Arslan’ın anısına düzenlenmiş konserin kayıtları 2 CD halinde elimizde artık. Buna 2 DVD’lik bir başka set eklenmiş üstelik. Bol bonuslu hem de!
İlk DVD’de dört Ortaçgil klibi bizi bekliyor örneğin: “Bir Tek Sen Yalanı”, “Mavi Kuş”, “Sensiz Olmaz” ve “Sen Sorumlusun”… Konseri ve bunları izledikten sonra, “Konserin Öyküsü” başlıklı bölüme göz atabiliyorsunuz: Baki Duyarlar, Gürol Ağırbaş, Cem Aksel ve İbrahim Yazıcı, Ortaçgil’le birlikte “Sen”i ve konseri anlatmış. Ortaçgil, albüm hakkında bilgiler verirken “yaylı yazmasından anlamam” diyor ve sözleri iki yıl boyunca defalarca yazdığını, yaylılar yüzünden şarkıların formunun değiştiğini söylüyor. Bu anlamda, sadece konserin değil, “Sen”in ve Ortaçgil’in yaylılarla buluşmasının hikâyesi biraz da bu.
Şef İbrahim Yazıcı –ki yakın dönemde bir KHK ile görevinden alınmıştı– Ortaçgil’in orkestrasından söz ederken, çok “konforlu” olduğunu söylüyor. Altını çizeyim ve şunları ekleyeyim: 20 yıldır birlikte çalan bir ekipten söz ediyor. Erkan Oğur, Cem Aksel ve Gürol Ağırbaş, ekibin demirbaşı. Bunlara, Ortaçgil’in deyimiyle “taze” Baki Duyarlar’ı da ekleyeyim. Ekibin en “genç” üyesi: 1999’da katılmış! Her şey bir yana, 20 yıldır birlikte çalan bir ekip, inanılmaz değil mi? Topluluklar dağılıyor, üyeleri değişiyor, bir gördüğümüzü bir daha göremeyebiliyoruz ama ‘90’lı yıllarda Ortaçgil konserlerini dinlerken duyduğumuz sesleri bugün aynı şekilde duymak öyle güzel ki… Belki biraz olgunlaşmış ama tadı değişmemiş. Hadi o benzetmeyi yapayım: Şarap gibi oluyor şarkılar sahnede; kekremsi tadı hariç değil.
Ortaçgil, “Yol Arkadaşları”yla hikâyesini, ikinci DVD’de anlatıyor. Üstelik, eski görüntüler eşliğinde! Genç Ortaçgil’i görmek, Serdar Ateşer’in kayıt masasının başında çalışmasına tanık olmak apayrı bir heyecan. Görüntülerin bir kısmı Cem Aksel arşivinden: “Çoğunu ben çektim” diyor. Karşılığım şu: Ne iyi etmişsin! Hikâyenin bir yerinde, konseri anlatırken Ortaçgil’in kurduğu cümle çok önemli: “Yıllardır bir arada çaldığımıza değdi.”
Konseri, şarkıları anlatmaya gerek yok. Ortaçgil için de geçerli bu ama yine de birkaç kelam edeyim… Basın bülteninde şu ifade kullanılmış: “Şehir müziğinin kült ismi.” Bir dönem “kent ozanı” lafı türemişti, olur olmaz herkese yakıştırılıyordu. Ortaçgil, bu tanımı tereddütsüz hak eden insanlardan. Ancak onu, bu tanımla sınırlamak, oraya hapsetmek haksızlık. Ortaçgil, sadece şarkıcı ve şarkı yazarı değil: Bir ozan. Geçmişten besleniyor, şarkılarını geleceğe bırakıyor. Bu anlamda, onunkiler zamansız şarkılar: Her biri dün yazılmış gibi dinleniyor.
Daha ilk albümüyle klasik olan, baş yapıt mertebesine ulaşan “Benimle Oynar mısın”ı piyasaya çıkarttıktan sonra ortadan kaybolan bir ozan, Ortaçgil. Albümü sevenler çığ gibi artarken kendi kabuğuna çekilmiş, sahalardan uzaklaşarak kendi hayatını kurmuş ve kimya mühendisliği yapmış. Yıllar sonra, bu kez (kendi gibi kabuğuna çekilmeyi pek seven, zaman zaman ortadan kaybolan ama her çıkışında yeni bir olay yaratan) Fikret Kızılok’la birlikte sevenlerinin karşısına çıktığında, bir daha deneyimlenemeyecek bir ilke imza atmış: Çekirdek Sanatevi.
Bir okul, bir atölye, bir kayıt stüdyosu, ne derseniz deyin, Çekirdek, bir dönemin mühim müzisyenlerini bünyesinde toplayan bir oluşum: Erkan Oğur’dan İlkin Deniz’e, Jak Esim’den Mutlu Torun’a pek çok insan orada buluştu, sonrasındaki ortamı etkileyecek bir sürü birlikteliğin temeli bu küçücük “sanatevi”nde atıldı. Kızılok’la birlikte geminin kaptanlığını üstlenen Ortaçgil, Çekirdek sürecinde pek çok yeni şarkısını ortaya çıkarttı. Bu anlamda, Ortaçgil severler için bir vahaydı burası.
Sonrası, tanık olduğumuz, en azından benim tanık olduğum yıllar. İkinci album “İkinci Perde” çıktığında duyduğum heyecan dün gibi aklımda. ODTÜ’de izlediğim ilk Ortaçgil konseri de öyle… Sonrasında defalarca dinledim, izledim, yan yana geldim. Geçtiğimiz günlerde yaptığımız kahvaltı ilk değildi. Bu yüzden kendimi şanslı hissederim ama mevzu bu değil: Ortaçgil hatıralarımı bir başka yazıda anlatırım belki. Ben “Senfonik Ortaçgil”e döneyim…
İbrahim Yazıcı, hikâyenin bir yerinde şunu söylüyor: “Çoksesli müzik yapmanın baş koşulu birbirini dinlemek.” Ortaçgil ve ekibi bunu yapıyor. Onun için mükemmel. Ortaçgil, DVD’de “mükemmelci bir insan değilim” dese de o mükemmellik onu buluyor. “Müziğin yanlışlarla çalındığının farkındayım ve güzel olanın da o olduğunu düşünüyorum” diyen sanatçı, kayıtlar üzerinde oynama/düzeltme yapmadıklarını vurguluyor. Sözü burada kendisine bırakayım, albümünü anlatsın: “(…) görüntülü müzik kaydetmek başka bir profesyonellik! Bu kez de tam hoşnut olmamakla birlikte hem çok iyi icra edilmiş bir konseri dinleyiciye sunmak, hem de 20 yıldır birlikte çalan grubun öyküsünü belgelemek için aralıklarla 4 yıldır uğraştığımız bu DVD/CD’yi yayınlamaya karar verdik. Gece güzel; konuklar, müzisyenler güzel; mekân ve dinleyiciler güzel, varsın birkaç eksiklik de olsun diye düşünüyoruz.”
Ortaçgil, albüm hakkındaki “teknik” bilgileri şöyle veriyor: “Her bir enstrüman ayrı ayrı kanallara kayıt edildi. Birkaç küçük hata dışında hiç müdahale edilmedi. Yalnız şansızlık işte; bas kanalı kullanılamayacak kadar kirli olduğundan stüdyoda yeniden kaydedildi!” DVD, Dream TV’nin yayınladığı görüntüler ve ekip tarafından çekilen malzemenin bütünleştirilmesiyle oluşmuş.
“Konserden Anlar”ın, “Sensiz Olmaz” eşliğinde bir fotoğraf galerisi olduğunu söyleyerek yazının sonuna ulaşayım. Noktayı, Ortaçgil’in konser başında kurduğu cümlelerle koyayım: “Nereden gelirse gelsin ve kim adına yapılırsa yapılsın şiddetin her türlüsüne karşı çıkmalıyız. İnsan olmak bunu gerektiriyor zaten.” Ortaçgil, bu cümleleri kurduktan sonra şunu söylüyor: “Şimdi çalmaya başlayabilirim artık.” O çalsın, biz dinleyelim. Bu hep böyle sürsün.