Mehmet Güreli söyleşisi Burak Abatay'ın kaleminden BirGün Pazar 'da!
28.05.2017

 Mehmet Güreli, 10 yıllık aranın ardından Zamboni Sokağı'nı dinleyenleriyle buluşturdu

 
“Biz varız dünyada  yan yana geliriz ve  bir şeyleri değiştiririz!”
 
BURAK ABATAY - @abatayburak
burakabatay@birgun.net
 
Sanatçı Mehmet Güreli, 2007 yılında çıkardığı İplerin Kopuşu albümü sonrasında 10 yıllık aranın ardından Ada Müzik etiketiyle Zamboni Sokağı adlı albümünü dinleyenleriyle buluşturdu. Resim, sinema, edebiyat ve müzik olmak üzere sanatın birçok dalında üretim yapan Güreli ile yeni albümü özelinde sanatın mevcut hâlini konuştuk
 
- 2007’den yana yayımladığınız ilk albüm. 10 yıllık bekleme süreci nedendi?
 
Özel bir nedeni yok ama filmler, resim hayatı ve hayatın kendi koşturmacası derken hemen olmadı. Bu albüm de üç seneden fazla bir süredir üzerinde çalıştığımız bir albüm. Bir albüm kolay üretilmiyor. Çok özel bir neden söylemek abartılı olur. Üreten ama ortaya çıkaran birisi değilim. Bu albümdeki bazı şarkılar 20 yıllık. Albüme almadığım bazı şarkılar da var hâlâ. Onlar da bekliyor.
 
- O zaman bu yeni albümlerin de habercisi mi?
 
Bir şeyler daha yapacağım. Bir film müziği albümü yapacağım. Salah Birsel’in romanından uyarlanan Dört Köşeli Üçgen filminin müziklerini yapıyorum. Filmler için yaptığım müzikleri bir albümde toparlama fikrim var. Ama sonrasında ben de ne yapacağımı bilmiyorum. Hayatın kendi akışına bırakmak lazım.
 
- Bu albümün hikâyesi nedir? Zamboni Sokağı neresidir?
 
Zamboni Sokağı, İtalya’nın Bologna şehrinde olan bir sokak. O sokağa da geçen sene gittim. Şarkıdan önce değil sonra oldu. Görkem’in yazdığı bir şarkı o. Çok da sevince o sokağı albüme de adını koymak istedim. Güzel bir aşk hikâyesi. Zaman zaman Görkem’e anlattığım birlikte konuştuğumuz bir hikâye. Görkem de hikâyeyi böyle bir şeye dönüştürdü. Yaşanmış bir şeyin, bir yerlere ulaşması anlamına gelen bir şarkıdır benim için. Cümlelerin ifade etmediği bazı şarkılarda siz bir yerlere gidebilirsiniz. Zamboni Sokağı da öyle bir konumda benim için. Albümün adını Kimse Bilmez koyamazdım. Kimse Bilmez, 20 yıllık bir şarkı ve bir albüme de ilk defa almış oldum.
 
- Farklı disiplinlerde çokça eser ürete birisiniz. Resim, sinema filmleri, belgeseller, kitaplar ve müzik. Müzik tüm bunların arasında nasıl bir yerde?
 
Bence hepsi aynı yerde. Bazen müzik öne geçiyor. Sahneye çıktığın zaman müzisyensin. Film çektiysen yönetmensin. Yazarsan, kitabın çıkmışsa imza gününde oradasın. Benim hikâyem garip bir hikâye. Hepsinde neysem oyum. ‘Çok samimi bir adamım’ diyemem. Bunu insanlar söylüyor. Ben hepsini aynı kategoride değerlendiren bir adamım. Benim için doğru söyleyen bir adamla, müzik yapan bir adam aynıdır. Ne söylediğini sonra konuşmak gerekir. Film de çekiyorum, sinema tarihçisiyim, edebiyat tarihçisiyim. Birkaç konuda bir şeyler söylemek için fikrim var. Bunun içinse sokaklardayım. Sokak adamıyım. Sokakta insanlarla çalıştığım oldu.
 
- Yorucu bir serüven mi?
 
Hayır değil.
 
- Keyifli bir serüven mi?
 
Evet keyifli. Yorucu olan kısmı da var ama. Yıllarınızı alıyor. Dışarıdan baktığında korkunç olabilir ama benim hayatım bu. Hayatınız da bu olunca yorucu kısmı içinde eriyor. Basit bir matematiği var bu işin.
 
- ‘Kent ozanlığı’ tanımı üzerinde düşündüğüm ve çalıştığım bir şey. Sizin de içerisinde bulunduğunuz bir tanımlama bu. Bir albüm de var hatta bu isimle.
 
O albüm sonrasında üzerimizde kaldı bu yakıştırma. Kent ozanlığı ne demek onu da bilmiyorum. Buna katılırız, katılmayız ama herkes kent ozanı mıdır, onu ben yargılayamam.
 
- Birsen Tezer, Bülent Ortaçgil, Ceylan Ertem, Hüsnü Arkan, Feridun Düzağaç... Bu isimlere yakıştırılan bir tanım olan ‘kent ozanlığı’ tanımlamasını nasıl izliyorsunuz?
 
Ben aslında tanımlamalardan yana bir adam değilim. Benim var olma yerlerim var, Beyoğlu, Tünel, Cihangir... Bu üçgen içerisinde geçti hayatımız. Ben kendi müziğim için Cihangir müziği derdim. O da çok anlaşılmaz değildi çünkü insanların müzik tanımlamaları daha çok kodlamalar üzerineydi. Ben ne yapıyorsam oyum. Kendi müziğim için Cihangir müziği derken de, senfonik rock derken de bunu demek istedim. Buralarda dolaşıyorum. Bunun dışındaki her şeye kapalıyım. Ben yokum oralarda, kim kendine ne derse desin... Ama çok sevdiğim insanlardan söz ettin. Hepsine karşı saygı doluyum...
 
- Şarkılarda anlatılan hikâye neye karşılık geliyor?
 
Bu tehlikeli bir soru. Bence her şeye karşılık geliyor. Bir şey söyleyeyim mi? Benim arkadaşlarım hapiste. İsim vermeden konuşuyorum. Siyasal bir adam değil ama siyasi görüşlerim elbette var. 100 bin tane hikâye var şarkılarda. Çünkü Türkiye’de yaşıyoruz. Aşk hikâyeleri, kayıplar... Şarkılarımı yazan insanlar, yaptığım müzikler üzerine sözlerini yazıyor. Şarkıların özü müziktir. Müzik her şeyi anlatır bence. Ben müzikal bir adamım. Üstüne konacak her metni taşıyacak kadar güçlü bir müzik yaparsam ancak o zaman o şarkıya imza atarım. İmza atıyorsam o metni de, o melodiyi de kaldırabiliyorum. ‘Şarkıların ne üzerine?’ olduğunu tarih değerlendiriyor. Onu ben bilemem. Çok güzel bir şey anlatırsın kimseye değmeyebilir. Geniş bakmak gerekir. Anlamını anlamadığım ama büyülendiğim şarkılarla büyüdüm. Şarkılardan bir şeyler anlamak istemeyi de anlamıyorum. Ben bir songwriter’ım ve songwriter şarkı üreten, onu sunan insandır. Kimse Bilmez 20 yıllık ve de 20 milyon kişinin tıkladığı bir şarkı. Ve kimse beni bilmiyor. Asıl hikâyeler burada. Tanıyorlar ama kim olduğumu bilmiyorlar.
 
- Bu iyi bir şey mi?
 
Emin değilim. Benim için iyi bir şey. Hoşuma gidiyor bazen ama şarkı öyle yerlerde dolaşıyor ki... Şarkıyı nereye sunduğun ve bundan ne geleceğini düşünmemek gerekir. Şarkıyı yapmak önemlidir. Yaparsın ve bırakırsın. Nereye gideceği belli olmaz. Kimse Bilmez de öyle bir şarkı. En iyi şarkınız mı diye sorsan bunun cevabını veremem. Beraber kotaracak bir ambiyans ve eleştiri dünyasında yaşamayı tercih ederim. Şarkılar üzerine konuşalım ve yazı yazalım. Bu daha güzel geliyor bana.
 
Birçok müzisyen, müzik eleştirmenlerinin azlığından yakınıyor. Buna siz de katılıyor musunuz?
 
Bundan şikâyetim yok ama doğru bir saptama. Naim Dilmener mesela. Albümü dinlemiş ve hemen telefon açtı bana. Naim diye bir adam var. Müzik üzerine konuşuyor. Benimle ilgili bir bağlantısı da yok. Ama Naim çok özel bir adam. İyi ki yapmışsınız bu albümü dedi. Bunun için bazen yapmak gerekiyor. Ama birkaç adam var ve müzik üzerine bir şeyler yazıyor diye de seviniyorum. Dünya ile kıyasladığınızda ama Türkiye’de tabii ki sıfır. Dünyada müzik beğenilse de, beğenilmese de yazılıyor.
 
Çok uzun yıllardır müzik yapıyorsunuz. Müziğinizin olumlu ya da olumsuz değiştiği konusunda bir özeleştiriniz var mı?
 
Tabii canım. Kendi adıma konuşursam, her gün yeni bir şey öğreniyorum. Her gün yeni bir müzisyen çıkıyor karşıma ve onunla bir şeyler yapmak istiyorum. Her gün zenginleşiyorsunuz. Redd grubuyla beraber çalıyorum çünkü onları seviyorum.
 
- 20 yılı aşkın bir zamandır Görkem Yeltan ile beraber çalışıyorsunuz.
 
Biz çok değişik türlerde çalışıyoruz. Onun filminde oyunculuk yapıyorum ya da onun masallarını resimliyorum. Benim şarkılarıma hayat veriyor... Çok ender rastlanabilecek bir iş sanırım bu ama biz de stil olarak çok normal sayılmayız. Bu dünyada çok sık görülen bir şey değil.
 
- Dünya peki, bizi izliyor mu?
 
Dünya bir gün bizi izlemeye başladığında çok şaşıracak. Türkiye ile ilgilenmiyor. Türkiye’de ne oluyor diye bakmıyorlar. Türkiye ile ilgilenmeleri hep siyasi noktada. Kültürel olarak baktıkları bir mesele yok. Hangi albümü çıkarmışız, hangi filmi çekmişiz? Onlar bununla ilgilenmiyor ki. O konuları bize bırakın numarası var.
 
- Çok kötü olduğumuz için mi takip edilmiyoruz?
 
İlişki kuramamızla ilgili. Suçu onlara bırakmamamız gerekli. Suç kendimizde. Bir örnek verebilirim. Ulusal sinema diye bir şey vardır. Ama gidip de Vahşi Batı filmlerinden müziği alırsanız bu ulusal sinema olmaz. Çünkü telif ödemiyoruz biz. Telif ödemediğinizde de kimse sizi çağırmaz. Bir zamanlar en çok telif ödeyen iki ülke vardı: Sovyet Rusya ve Türkiye. Ama şimdi ödenmiyor.
 
- Sanatın değerini maddi olarak vermememiz sosyolojik ya da ekonomik bir vaka mı?
 
Sosyolojik olabilir ama daha çok ekonomik olarak gözüküyor. Ama siyasal bir tavır da olabilir. ‘NasIl olsa kimse bizden bir şey beklemiyor, biz de parasını ödemeyiz’ denebiliyordur. Dünyaya açılmak istiyorsan bu palavraları bırakmak gerekiyor.
 
- İçinden geçtiğimiz dönem 20 yıl sonra nasıl okunacak? Buna dair bir öngörünüz var mı?
 
Bence modellerini kendi çizgisinde giden insanlardan alan bir Türkiye, müzik olsun ya da başka bir disiplin olsun, dünyadaki izlenimini düzeltecektir. Ama ‘geçerli’ olandan model olarak etkilenen bir Türkiye karaya oturacaktır. ‘Ben kimim ve ne yapmak istiyorum?’ sorusunun cevabını söyleyen insanların çoğalması gerekiyor. Ben bu eğilimi görüyorum. 2-3 sene sürer ama sonra terse dönebilir. Çok parlak insanlar yetişiyor. Ucuz adamlardan kurtarmak gerekir.
 
- Ucuz adamlar kimdir?
 
Piyasada dört tür mü var? Birisine dalandır. Bir şey yapacağı yok ama oraya gidip bir şeyler yapandır. Bunun dışında bir şeyler yapanlarsa mutlaka parlayacaktır ve Türkiye’nin müziğini de kurtaracaklardır. Bülent Ortaçgil mesela. Kendi çizgisinde gitti. Çok önemli bir adam. İkinci örnek ben varım. Kafa yapısının uygunluğu anlamında söylüyorum. Bu isimlerin kendi doğrularını söylemeleri asıl önemli olan.
 
- Siyaset, sanatı ne derece etkiliyor?
 
Siyaset ucuz bir şeydir. Kazanmak ister. Ama sanatın öyle bir kaygısı yoktur. Ortaya koyarsın ve insanlar beğenir beğenmez. Eğer siyaset karışırsa da bir bit yeniği vardır. Bana yakın bir siyasetten diye senin bir ödül alman taraftarı değilim. Doğru kim, iyi kim bunu konuşmamız lazım. Ama böyle bir düşünce henüz topluma oturmuş değil. Bunu söyleyecek bir siyasetçi yok zaten. Siyasetçiler hiçbir şey söylemiyor. Siyasetçilerin bu kadar hiçbir şey söyleyemediği bir dünya daha düşünemiyorum. Hiçbir şeyden haberleri yok. Kendi toprağının müziğini ve edebiyatını bilmeden neden bahsediyorsun? En son neyi okudun, neyi dinledin? Bunu söylemiyorsak olay bitmiştir.
 
- AKM’nin yanı başında oturuyoruz. Bu sizi üzüyor mu?
 
Ben yangını da gördüm. Kerim Afşar ile beraber izlemiştik. 71 yılında İstanbul Kültür Sarayı yandığında ben Gezi Parkı’nın içindeydim. Ama ben bunların düzeleceğini düşünüyorum. Çünkü hiçbir yerde bu kadar yanlış üst üste yapılamaz. İstanbul’un göbeğinde canavar gibi bir binanın boş durmasını aklım almıyor. Çok karamsar bakmıyorum. Çünkü biz varız dünyada. Yan yana geliriz ve bir şeyleri değiştiririz. Devam etmemiz lazım.
 
FOTOĞRAFLAR: GÜNEY BİRTEK
 

SON EKLENEN 5 HABER