1970'li yıllarda eylemlerde şiir okuyan bir ODTÜ' lüydü Adnan Önder. 14 yıl bir Amerikan şirketinde genel müdürlük yaptı. 49 yaşında kendini emekliye ayırıp 'aslına geri döndü'. İlk işi ise bir şiir albümü çıkarmak oldu. Adını da 'Hoş geldin' koydu
Deniz Yolları'nın 'Karadeniz' gemisi limanda bekliyordu. İskenderun'dan çıkmıştı yola. Fethiye'den de yolcularını alıp boydan boya geçecekti Ege'yi. Sonra Çanakkale Boğazı, Marmara... Son durak İstanbul. 12 Eylül'e gebeydi takvim. Babasının sözleri kulaklarında uğulduyordu: "Buralarda dolaşıp durma. İstanbul'a git. Yoksa kara çalacaklar sana."
Bir bilet aldı acenteden. "İstanbul'a gideceğim" dedi, "İstanbul'da genel müdür olacağım."
ODTÜ'yü bitirmişti. "İstanbul'da mutlaka boş bir genel müdürlük vardır" diye düşünüyordu. Artık o Fethiye'den kalkan 'Karadeniz' gemisinde bir yolcuydu ve içinden Attilâ İlhan'ın 'İstanbul Ağrısı' geçiyordu mısra mısra:
"Kanatları parça parça bu ağustos geceleri/Yıldızlar kaynarken/Şangır şungur ayaklarımın dibine dökülen/Sen/Eğer yine İstanbul'san/Yine kan köpüklü cehennem sarmaşıkları büyüteceğim/Pançak pançak şiirler tüküreceğim."
Boykotlu günler
Bu şiir, okumak için tek bir seçeneği olduğu anlarının gözdesiydi. Ankara'da İdari İlimler'in kantininde arkadaşlarıyla bir aradayken duygulanıp okuduğu şiirlerin en başında geliyordu. Ama şimdi çok gerilerde kalmıştı ODTÜ'nün kantini. 'Karadeniz' gemisi demir almıştı Fethiye'den. Martıların çığlık çığlığa uçuştuğu Ege Denizi'nde geleceğini aramaya giden bir İstanbul yolcusuydu Adnan Önder. Ege'nin camgöbeği mavisinde belki de geçmişini indiriyordu gözlerinin önüne kare kare.
Toros Dağı'nın eteklerinde bir yörük köyünde doğmuştu. Çiftçiydi babası. Altı kardeşin en küçüğüydü Adnan. Doğduğu Fethiye'den sonra Burdur'da ve Muğla'da geçen öğrencilik yıllarında en çok tiyatroyu sevmişti. 'Buzlar Çözülmeden'de Dava Vekili Şeref Hakarar', Hülleci'de Hafız olmuştu.
Gözü diplomatlıktaydı ama öğretmeni "Sen köylü çocuğusun diplomat olamazsın" deyince vazgeçmişti bu sevdasından. ODTÜ'nün İdari İlimleri'ni seçmişti. "Okulu kazanınca hemen ODTÜ'deki solcu arkadaşlarla temas kurdum. Çünkü ben orada solcu olanlardan değilim, hazır gidenlerdenim. Önce yurtta kaldım. Sonra Maliye'de memur olan ablamla bir ev tuttuk. Katıldığım ilk eylem 'Kissinger boykotu'ydu. Gazeteler 'Anarşi hortladı' diye başlık attı. Oysa okulumuza dışarıdan saldırı olmuş, biz de okulu savunmuştuk. Provokasyonun ne demek olduğunu ilk o zaman öğrendim."
Mitinglerin, boykotların, formların değişmez 'şiir okuyucusu'dur artık. Timur Selçuk, Ruhi Su gecelerinin sunucusudur.
Hayallerimiz vardı, yürümedi...
"Ailem her ziyaretime geldiğinde ben içerde oluyordum. Morgda uyanan arkadaşlarımız oldu. Arkadaşlarımız öldürüldü. Ben Mamak'ı
iyi bilirim, ama bunca acı çeken insanlar varken, bizimki otele gitmek gibi bir şeydi. Bu yüzden anlatmaya bile utanıyorum."
Doğup büyüdüğü Fethiye'nin o dönemdeki Belediye Başkanı Özer Olgun, binden fazla üretici köylüyle bir kooperatif kurmuştur. "Bu kooperatifte çalışacaksın" der Adnan'a. Bir yandan ODTÜ'de okurken, diğer yandan Ankara'da kooperatifin mallarını tanzim satış mağazalarına pazarlamaya çalışır.
"Bir yandan kooperatif, diğer yandan tiyatro, öbür yandan boykotlar nedeniyle tam yedi yılda bitirdim ODTÜ'yü. Sonra gidip Fethiye'de kooperatifin müdürü oldum. Ama o sıralar sol bölük pörçük olmuş. Herkes ele geçirmeye çalışıyordu kooperatifi. Oysa bizim hayallerimiz vardı. Yürümedi."
İlk işi ofisboyluk
'Karadeniz' gemisinin güvertesine taşımıştır 'yürümeyen hayalleri'nin artakalanını. Şimdi karşısında Attilâ İlhan'ın 'Kirli dudaklarını bulut bulut dudaklarıma uzatan/Sirkeci Garı'nda tren çığlıklarıyla bıçaklanıp/İntihar dumanları içindeki Haydarpaşa'dan/Anadolu üstlerine bakıp bakıp/Ağlayan' İstanbul'u vardır. Küçücük bir çantayla limana indiğinde anlar ki kimse 'gel, genel müdür ol' diye kendisini beklememektedir.
Bir gemicilik şirketinde ofisboy olarak çalışmaya başlar. "Şirkette çay veriyorum, kuru temizleyiciye elbise götürüyorum, Perşembe Pazarı'na cıvata almaya çıkıyorum... Altı ay boyunca dolaştım İstanbul'u. Her yerini öğrendim. Ya yürüyerek gidiyordum ya da Mavi Kart'la belediye otobüslerine biniyordum."
Bu arada uluslararası bir denetim şirketi olan Price Waterhause'nin eleman aradığını öğrenir. Başvurur ve kabul edilir. Finans dünyasına ilk adımını atmıştır artık. Dört yıl çalışır. Askerlik sonrası Henkel'de finans müdürü olur.
İş yaşamının basamaklarını teker teker tırmanmaktadır. Amerikan şirketi Wyeth İlaçları'nda işe girdiğinin birinci yılı finans müdürü olur. Üçüncü yıl artık marketing direktörüdür. Dördüncü yıl da şirketin genel müdürü ve sonrasında yönetim kurulu başkanıdır artık. "Çok iyi maaş alıyordum Üst düzey yöneticiydim. Arabam vardı, kiramı ödeyebiliyordum. Ama eski hayatımdan kopmuştum. Hem bohem yaşayıp hem iş hayatında başarılı olmak şansı yoktu. Kültürden, sanattan uzaklaşmıştım. Çok sevdiğim tiyatroya bile gidemiyordum. Konumum gereği istediklerimi yapma zamanım gelmişti. Ama oraya gelene kadar da bazı yanlarım törpülenmiş, kenarlarımız, köşelerimiz yuvarlaklaştırılmıştı. Yine de politik düşüncelerimden, insan ilişkilerimden ödün vermemiştim. Yöneticiliğim sürecinde kültüre ve sanata inanılmaz eğilim gösterdim."
Edebi promosyonlar
Geldiği yere duyduğu özlemle ilaç sektörünün pek alışkın olmadığı promosyonlara yönelir Adnan Önder. Belli ki 'İstanbul Ağrısı' aklından hiç çıkmıyordur.
"Sen eğer yine İstanbul'san
Yakaları karanfilli ibneler eğer beni aldatmıyorsa
Kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar
Yine senin emrindeyim."
Kendi anlatımıyla 'kütüphanelik' ajandalar yapar. Ardından ünlü Amerikalı yazar William Styron'un anı-biyografi türünde yazdığı 'Karanlık Gözükünce'yi promosyon olarak doktorlara dağıtır. Bu yapıtında yazar sürüklendiği depresyonu, gördüğü tedavi yöntemlerini, ilaçları, doktorları sorgular. Adnan'ın bu çabası Türkiye'de bir ilaç firmasının yaptığı 'en edebi promosyon' olarak kayıtlara geçer. Ardından İnci Aral'ın menopozu anlatan kitabı 'İçimden Kuşlar Geçiyor' gelir promosyon olarak. Sonra ünlü tıp bilgini, Anadolu'nun ilk doktor ve eczacısı Kalenos'u anlatan bir kitap dağıtır doktorlara. Sırada Soner Olgun'un ninni, Yıldız Kenter'in masal kasetleri vardır. "Her şeyin ilkini ve en iyisini yapmak için yola çıkan Adnan 'bir genel müdür olarak' amacına ulaşır. "Şirketin prestiji arttı. Bu satışa da yansıdı. Bu arada şirkette esnek çalışma saati ve giyim serbestliği uyguladık. Tam bir ekip çalışmasıydı. İnsanların yürüyüşü değişti. Pozitif enerji açığa çıktı. Şirket kâr etmeye başladı. Şimdi Türkiye'de yatırım yapacak güçte. Pazarlama ekibi 30 kişiydi, 140'a çıktı."
Ancak her şey bu kadar iyi gitmez. Merkezi bir kararla şirket Avrupa'daki bazı fabrikalarını kapatma kararı alır. Kapatılacaklar arasında Türkiye'deki fabrika da vardır. Adnan, genel müdür olarak 140 kişinin işine son verecektir. İşçiler direniş yapar. Adnan bir yandan tazminatlarını sonuna kadar verdirmeye çalışır, diğer yandan gazete ilanıyla başka fabrikalarda iş arar. Yaşamda kendini 'sosyalist' olarak tanımlayan bir 'genel müdür'ün en zor anlarıdır o günler. Tam 14 yıl sürer Adnan'ın 'genel müdür'lüğü. Başarılı bir genel müdürdür ama kafasında hiç giderilemeyen bir kuşku vardır. "Sistemin bünyesinde erimemek, sizi teslim almışlığa karşı direnmek için yollar buluyorsunuz. Giysi serbestliği, demokrat ilişkiler, şeffaflık, yatay örgütlenme... Sayabildiğiniz birçok radikal düşünce sizi tatmin ediyor ama sistemin de çok işine geliyor. Sürekli kendini bir anlamda yenilemiş oluyor."
Lenin'in Sovyet devrimi için söylediği 'Dün erkendi, yarın çok geç olacak'
anı gelir ve genel müdürlükten, yönetim kurulu başkanlığından, hatta iş hayatından da tümüyle istifa eder Adnan Önder. Yaşamının en verimli döneminde, hem de daha 49 yaşındayken emekli olur. Artık 'aslına geri dönmüş'tür.
Okunacak daha çok şiir var
Genel müdürlük binasından çıkar çıkmaz arabasını İstanbul Boğazı'na doğru sürerken eşini dostunu aramaktadır 'Artık özgürüm' diye. Hemen bir şiir albümü yapmaya koyulur. Eğer filmi başa sarmak mümkün olsaydı, acaba Fethiye'den kalkan 'Karadeniz' gemisine Adnan yine 'İstanbul'a genel müdür olmaya gidiyorum' diye mi binerdi?
"Hayır" diyor Adnan Önder, "Şimdi olsa 'Çok iyi bir tiyatrocu olacağım' diye binerdim. Ama bende değişmeyen bir şey var. Şimdi yine ODTÜ'ye gitseydim, aynı şeyleri yapardım. Ne yazık ki kasedi başa alamıyorsun."
Artık istediği zaman başa alacak bir kasedi, bir CD'si var Adnan'ın. Adı 'Hoş geldin'. Nâzım Hikmet'ten Cemal Süreya'ya, Ümit Yaşar'dan Gülten Akın'a, Cahit Külebi'den Simonov'a kadar 18 şiir okumuş. Kasette yer alan Attilâ İlhan'ın 'İstanbul Ağrısı'na bir de klip çekiliyor bu günlerde.
'Sahici duygular dünyası'na albümünün adı gibi 'hoş geldin' Adnan Önder. İyi ki de geldin. Çünkü daha çok şiir var okuyacak!
02 aralık 2002 / Radikal /Celal Başlangıç