Victor Jara Şili halkının, Ruhi Su ise Türkiye halklarının sesi. Jara, gitarı ve yumuşak sesiyle halkının acılarını dile getiriyor, Su ise etkileyici bas bariton sesiyle söylediği türküler ve saz çalış stiliyle kendisinden sonra gelen kuşağı etkiliyor
Birbirine paralel iki hayat: Victor Jara ve Ruhi Su
MURAT MERİÇ
1988 yılının Eylül ayı, yeni Ankaralı, genç bir üniversiteliyim ve büyük şehre gelmiş olmanın şaşkınlığıyla tanımadığım şehrin sokaklarını arşınlıyorum… İlk yıl bu karambolde hızlı geçiyor, Ankara serüvenimin asıl başlangıcı 1989. Bu yıl, alıştığım bildiğim Ankara’da bir ilk yaşayacağım: ODTÜ’de düzenlenen “Gökkuşağı Konserleri” adlı etkinlikle “millî” olacağım. Okulda katıldığım küçük çaplı yemekhane boykotunu ve Derya Sineması’ndaki iki “solcu” konseri (Zülfü Livaneli ve Ahmet Kaya) saymazsak, o güne kadar kitlesel bir eyleme katılmışlığım yok. Biraz da bunun heyecanıyla düşüyorum yola… ODTÜ, kaldığım Tahsin Banguoğlu yurdunun yakınında, yürüyerek gidiliyor ve o yıllarda içeriye kolay giriliyor. Daha önce gitmişliğim var lakin ilk kez “Devrim” adını taşıyan stadyumda oturacağım ve konser izleyeceğim. Kadro enteresan: Arif Sağ’dan Grup Yorum’a, Bulutsuzluk Özlemi’nden Mozaik’e uzanıyor. Sadece bu kadar değil ama lafı dolandırmayayım, sadede geleyim. İzmit’te lisede dinlediğim Bulutsuzluk Özlemi dışında herkesi ilk kez dinleyeceğim ama yaşayacağım asıl “ilk”lerin henüz farkında değilim.
Günün ilk bombası, Adana’da tutuklandıkları için gelemeyen Grup Yorum yerine sahneye çıkan Grup Ekin’den geliyor: Kaybettiğimiz değerler arasında Ruhi Su anılıyor. Adını duymuşluğum var lakin o güne kadar hiç dinlememiş, ilgilenmemiş, “değer” olarak görmemişim. Aklımın bir köşesine yazıyorum. İkinci bomba, Bulutsuzluk Özlemi’nden: O gün, yeni şarkıları “Şili’ye Özgürlük”, “Uçtu Uçtu” ve “Acil Demokrasi”yi ilk kez söylüyorlar. İlkine kitleniyorum: Darbenin sadece bizim memlekette yapılmamış olduğunu fark etmem o güne rastlar; 17 yaşımda gittiğim bu “ilk” konser, bu anlamda “uyandığım” gündür. Şarkıyı dinlerken içinde geçen can yakıcı bir dizeyi aklımın köşesine kazıyorum: “Santiago Stadı’nda / Binlerce tutsak arasında / Şarkı Söyler Victor Jara / İşkenceden ölene dek…” Bulutsuzluk Özlemi’nin hemen sonrasında sahne alan Mozaik, “Bir Adam Öldü”yü söylemeden hemen önce yine aynı isimden söz ediyor: “Bu şarkıyı Victor Jara için yaptık”.
Aklımda iki isim, ertesi gün ilk iş SSK İşhanı’ndaki Ada Müzik’i ziyaret ettim; oradan aldığım Victor Jara ve Ruhi Su kasetlerini günlerce dinledim. Sonra Dost’a uğradım, adı “Ruhi Su… Ruhi Su…” olan bir küçük mavi kitap aldım, yanına da Adnan Özer’in hazırladığı “Ölümsüz Şarkı Victor Jara”yı kattım. Bu küçük, turuncu kapaklı kitap, Jara’nın hayatını, çeşitli dönemlerde çekilmiş fotoğrafları, şiirleri ve şarkıları eşliğinde anlatıyordu. Kitap, biraz genişletilerek, 1993’te tekrar yayımlandı.
Ruhi Su ve Victor Jara ile böyle tanıştım. Şu anda direnen ODTÜ’de, bir konserde. Sonrası ağır mesai: Haklarında yazılmış kitapları okudum, plaklarını aldım, bilinmeyen kayıtlarının peşine düştüm. Canlı izleme şansım elbette olmadı ama bantlarda kalmış siyah beyaz görüntüleri buldum, ezberledim. Her iki ozan da hayatımda önemli bir yer teşkil etti: “Te Recuerdo Amanda”yı “Nefes”ten, “Masalların Masalı”nı “Manifiesto”dan ayırmadım. Onları dinledikçe sadece aralarındaki kader birliğinin değil, ses birliğinin de farkına vardım: Biri gitarı eşliğinde ülkesinin acılarını anlatıyor, diğeri bunu yaparken bağlamayı kendine yoldaş ediyordu. Her ikisi de darbe sonucu öldürülmüştü: Victor Jara doğrudan, Ruhi Su ise dolaylı yoldan. Hatırlayalım: Şili’de 11 Eylül1973’te yapılan darbe sonrası aralarında Victor Jara’nın da bulunduğu binlerce insan Santiago Stadı’na götürülmüş, onlara güç vermek için gitarına sarılan Jara (önce gitarı sonra elleri parçalanmak suretiyle ve kafasına aldığı dipçik darbeleriyle) vahşice öldürülmüştü. Ruhi Su ise 12 Eylül 1980 sonrasında amansız bir hastalığa yakalanmış, sadece yurtdışında yapılabilecek tedavisi (cunta tarafından pasaport verilmemek suretiyle) engellenmiş, ölümü bu hastalık yüzünden olmuştu. Victor Jara darbeden beş gün sonra, 16 Eylül 1973’te, Ruhi Su ise bizimkinden beş yıl sonra, 20 Eylül 1985’te öldü. Cenazesi 12 Eylül’den sonra düzenlenen ilk kitle gösterisiydi, askerin saldırması ve katılan kalabalıktan 163 kişiyi gözaltına almasıyla sonuçlandı. Victor Jara, askerlerce sessiz sedasız gömüldü; mezarı Santiago’da, başucunda gitarları duruyor, öldürüldüğü stadyumun adı Victor Jara Stadyumu olarak değiştirildi. Ruhi Su’nun Zincirlikuyu’daki mezarı ise ölümünden sonra defalarca kurşunlandı, kırıldı. Adı birkaç kültür merkezi dışında bir yere verilmedi.
Victor Jara gezgin bir şarkıcı. Şili’de, küçük bir köyde doğmuş, kalabalık bir aileye mensup. Hayata küçük yaşta atılmış; arada müziğe sığınmış. Eski bir folk şarkıcısı olan annesi Amanda genç yaşta ölmüş. Küçük Victor, gitarı, bir dönem yanlarında kiracı olarak kalan köy okulunun öğretmeninde görmüş, gönlünü düşürmüş ve ilk derslerini ondan almış. Mahalledeki barda gitar çalan Omar Pulgar’la tanışması, hayatındaki kırılma noktası: Onun yanında gitarı ilerletmiş, ilk şarkılarını yazmış. Sonrası karışık: Buhranlar sonucu kiliseye sığınma, askere gitme, tiyatrocu olma gibi alakasız başlıklar var bu döneminde. Kurtarıcısı ise yine müzik: Şili’nin uzak noktalarına giderek şarkılar derlemesi ve yeni şarkılar yazması, hayatının bundan sonrasını şekillendiriyor. İlk grubu Cuncumen, ilk plakları da bu grupla yaptıkları. Arjantinli müzisyen Atahualpa Yupanqui’nin hayranı, onu uzaktan izliyor. Çocukları Isabel ve Angel ile dünyayı dolaşarak Şili müziğini tanıtan (ve yolları 1977’de TİP’in davetlisi olarak Türkiye’ye de düşen) Violeta Parra ile çalışıyor; müzikteki yerini sağlamlaştırıyor. 1 Mayıs gösterilerinde sahne alıyor, ve giderek, aşk şarkılarından toplumsal şarkılara yöneliyor. Sonrası malum: Inti Illimani ve Quilapayun’la birlikte dünyanın her yerine Şili’nin sesini ulaştıran kahramanlardan biri oluyor. Darbe sonrası katledilince bayrağı diğer gruplar devralıyor ve seslerine Victor Jara’nın da sesini ekleyerek yollarına devam ediyorlar. Bugün dünyada Victor Jara şarkıları yankılanıyorsa, biraz da bundan.
Ruhi Su’yu Victor Jara’dan ayıran fark, hep müzikle iç içe olması. 1912 Van doğumlu. Ailesini Ermeni tehciri sırasında kaybetmiş, Adana’ya gönderilmiş. Amca ve yenge bildiği insanların yanında evlatlık olarak büyümüş, öksüzler yurdunda yetişmiş. İlk müzik terbiyesini orada, müzik öğretmeni Mehmet Tahir’in eline verdiği kemanla almış. Tok sesiyle ve çocuk aklıyla söylediği türküler çok sevilmiş ancak o, Batı müziği hattından ilerlemiş. Bu arada, onun da hayatında bir sapma var: Kuleli Askeri Lisesi. Ancak müziği çok sevdiği için bu okuldan kaçarak Ankara Musiki Muallim Mektebi’ne girmiş; Ankara Devlet Konservatuarı’nda şan öğrenmiş ve mezun olduktan sonra Riyaseticumhur Filarmoni Orkestrası’nda göreve başlamış. 1942’den itibaren pek çok operada rol almış. Yolunu çizense, aynı dönemde Ankara Radyosu’nda söylediği türküler. 1943 – 45 arasında onbeş günde bir pazar sabahları 10’da yayınlanan “Basbariton Ruhi Su Türküler Söylüyor”, halk ozanlarının şiirlerini tek saz eşliğinde ve tertemiz bir Türkçeyle söylemeye başladığı program. İlk türkü resitalini Ankara Halkevi’nde vermiş, korolar kurmuş. DTCF’de kurduğu koro vesilesiyle Sıdıka Umut’la tanışması hayatındaki en önemli kırılma noktalarından. 1951 TKP tevkifatında radyoda söylediği Alevi türküleri bahane edilerek tutuklanmış, hapse girmiş ve Sıdıka Hanım’la hapishanede, Behice Boran ve eşinin şahitliklerinde evlenmiş. “Bu Nasıl İstanbul Zından İçinde”, “Mahsus Mahal”, “Hasan Dağı” gibi türküleri hapis yıllarının ürünü. Sonrasında sürgünler, sahne ve dublaj var. Birbiri ardına plaklar yapması da bu döneme tekabül ediyor. Sağlığında yaptığı 16 45’lik, 11 albüm var diskografisinde. Bu, Zülfü Livaneli’den Rahmi Saltuk’a, Cem Karaca’dan Grup Yorum’a kuşaklar boyu pek çok müzisyeni etkileyen bir külliyat. “Seferberlik Türküleri ve Kuvayi Milliye Destanı” adını taşıyan ilk albümü 1971 tarihli. Bir yandan halk şairlerinin şiirlerini sazla söylerken diğer yandan Mevlana’dan Dağlarca’ya uzanan şairlerin şiirlerinden besteler yapıyor. Nazım Hikmet şiirini ilk besteleyen Ruhi Su. 1963’te, Nazım’ın ölümünün ardından “Karalı Bir Haber Düşmüş Geliyor” türküsünü yakan da o.
Ruhi Su’nun en önemli “iş”i, “yöreselden ulusala, ulusaldan evrensele” şiarıyla yola çıkarak kurduğu Dostlar Korosu. Bu koro, müzik eğitimine başladığı günlerden beri hayali. 1936’da, Musiki Muallim Mektebi’nde kurduğu Müzik Öğretmenlikleri Korosu, Ahmet Adnan Saygun’un himayesinde Ses ve Tel Birliği Korosu’na evrilmiş, 1944’te DTCF bünyesinde oluşturduğu koro ise pek çok insanın katılımıyla büyümüş. Hapishane sürecinde “koro”dan uzaklaşmayan, küçüklü büyüklü korolar kurarak mahkumlara türkü söyleten Ruhi Su, 1975’te kurduğu Dostlar Korosu ile tek saz eşliğinde çoksesli düzenlemeler yapmış, “El Kapıları” (1976), “Sabahın Sahibi Var” (1977) ve “Semahlar” (1978) albümlerini bu koro eşliğinde kaydetmiş. Timur Selçuk, Sarper Özsan, Cenan Akın gibi usta müzisyenlerle çalışan koro, hala varlığını sürdürüyor ve Ruhi Su’yu anma gecelerinde halkın karşısına çıkıyor.
Ruhi Su ve Victor Jara’nın şansı, eşleri. Her ikisinin de mirası,bu sayede bugüne ulaştı. Joan Jara, Victor Jara’nın eşi. Sanatçının ölümünün 10. yılında onunla geçen günlerini anlatığı bir kitap yazdı. 2010’da Türkçeleştirilen ve Versus tarafından yayımlanan kitap, “Victor Jara: Yarım Kalan Şarkı” adını taşıyor. Sıdıka Su ise Ruhi Su adını bir vakıfla yaşatmayı tercih etti. Her yıl yapılan konserler bir yana elde kalmış kayıtların temizlenerek yayınlanması gibi hayırlı işlere imza attı. Şiirleri ve yazılarını “Ezgili Yürek” adlı kitapta topladı, anısına kitaplar yaptı. Yazık ki Ruhi Su Kültür ve Sanat Vakfı, Sıdıka Su’nun ölümünden sonra kapandı. Bu vakfın yayınladığı “Bir de Ruhi Su Geçti…” kitabını ve kitapla verilen CD, elimize ulaşan son işler.
Victor Jara Şili halkının, Ruhi Su ise Türkiye halklarının sesi. Jara, gitarı ve yumuşak sesiyle halkının acılarını dile getiriyor, Su ise etkileyici bas bariton sesiyle söylediği türküler ve saz çalış stiliyle kendisinden sonra gelen kuşağı etkiliyor. Bu iki insanı ufacık bir yazıyla anlatmak elbette mümkün değil ama şarkılarını/türkülerini dinlemek, kitaplarını okumak, fikirlerini anlatmak mümkün. Bunları yapmazsak 11 ve 12 Eylül’ü yapanların istediği yerde dururuz. Bunun için ilk iş, nicedir dinlemediğimiz albümlerden birini dinleyelim, arkadaşlarımıza dinletelim. Darbelerle hesaplaşacaksak yok ettiği değerleri var etmemiz, yeniden yaşanır kılmamız gerek. Hayatı yaşanır kılmanın tek yolu, birilerinin unutturmaya çalıştığını ısrarla hatırlatmak. Bize güzel günler gösteren insanlara bunu borçluyuz. Yapalım ki bir sonraki kuşak da görsün o güzel günleri.