Tuna Kiremitçi: İçinde Rahat Ettiğim Tek Örgüt Müzik Grupları röpotajı, Sarphan Uzunoğlu'nun kaleminden Jiyan'da!
07.10.2013

Tuna Kiremitçi ile yeni romanını ya da uzun zamandır çıkarmadığı şiirlerinden oluşmuş bir kitabı konuşmadık. Bir yazar olarak kimle konuştuğunu, ne konuştuğunu, ne yaptığını, ne anlatmak istediğini, yeni olanın içinde ne kadar yer aldığını, yazmaya başladığı Aydınlık gazetesini ve türlü siyasi meseleleri konuştuk. Bu bağlamda karşınızda ‘kitabının’ bireysel olarak kendinin sorumluluğunu taşıyan bir yazarın cevapları var.

 
Röportaj: Sarphan Uzunoğlu
 
Siz kimlerin okumaktan keyif aldığı bir yazarsınız sizce? Kadınlar, erkekler, gençler, orta yaşlılar, yaşlılar, kahvesini sütlü içenler, aşık olanlar, aşktan korkanlar? Var mı belli bir kitle yazarken ‘beni bunlar anlar’ dediğiniz birileri?
 
En güzel yazma şekli, akıllı bir arkadaşla konuşur gibi yazmak. Başka üslup bilmiyorum. Bilsem de beceremem zaten. Okumak isteyeceğim şeyler yazmaya çalışıyorum. “Ulan bunu başkası yazsa hoşuma gider miydi?” diye. Varlığımın derinlerine, fani olmayan kısmına bakmaya çalışıyorum. Orada, bizi birbirimize bağlayan gönül bağları var. Onlara temas ettiğinizde hiç ummadığınız insanlara ulaşabiliyorsunuz. Yaş, fikir, cinsiyet ne olursa olsun…
 
Devridaim diye gayet gayet güzel bir kısa filminiz vardı. Ben sizin sinemayla ilginizi orada Youtube aracılığıyla keşfetmiştim. Metinlerinizde ise bu sinemasallığın devamı var sanki. Sizce sizi okuyan biri bu sinemayı kitapta da görüyor mudur, mekanları ve hissi yazılarınıza geçirebiliyor musunuz?
 
Geçirmeye çalışıyorum en azından.  Sinema okulundaki ödev filmiydi o bahsettiğiniz. Sinemacı olamadım ama eğitimini almış olmanın çok faydasını gördüm. Sahneleri görsel olarak tasarlayıp yazmak konusunda mesela… Bir de dramatik yapı denen şeyi okuldaki senaryo derslerinde, Lütfi Akad, Duygu Sağıroğlu gibi hocalardan öğrendik. Bu o zamanlar genç yazarların pek bilmediği bir şeydi.  Bana roman yazma cesareti verdi.
 
Hazır Youtube demişken. Neticede bir şey üretiyorsunuz; ama kendiniz de bu yeni dünya içerisinde bir ‘marka’sınız. Yeni medya dediğimiz bu geniş alanda kendinizi ifade etmek için hangi araçları kullanıyorsunuz?
 
Geçen sene her kovulmuş medya çalışanı gibi, ben de sosyal medyayı yeniden keşfettim. Kontrollü kullanıldığı sürece twitter ve Facebook faydalı oyuncaklar. En azından medyanın sustuğu anlarda bize bilgiye ulaşma ve kendimizi ifade etme şansı veriyorlar. Yine de fazla kaptırmamak lazım. Sonuçta bağımlılığın her türü kötü… Gerçek hayat internetin dışında…
 
Sinemacılığınızdan bahsettik, örneğin Vine’a nasıl bakıyorsunuz, yahut Instagram sizin için bir şey ifade ediyor mu?
 
Geçenlerde bir arkadaşımla, benim kitaplardan birini tiye alan bir Vine videosu çektik. Bence gayet komik oldu. Görüntülerle tweet yazmak gibi bir şey. Ama üye olabilmiş değilim. Instagram hesabımı ise daha dün açtım. Henüz sadece Kalamış’ta çektiğim Galatasaray bayrağı fotosu var. Aslan gibi dalgalanıyor!
 
Bienale gitme fırsatı buldunuz mu? Bu sene giden herkes, biz bir şey anlamadık diyerek döndü. ‘Çağdaş sanat’la aranız nasıl?
 
İyi bir Bienal takipçisi değilim. Ama çağdaş sanatı takip etmeye çalışıyorum, bir Süreyyya Evren olmasam da… Şaka bir yana, en son Burak Delier’in sergisini gördüm. Korka korka gittim “ya anlamaz da rezil olursam…” diye ama ilham verici buldum. Kendisi dünya çapında bir sanatçı zaten…
 
Susan Sontag bir kitabında şiir yazan yazarlar ve düzyazı yazan şairler arasındaki farklılıkları bir tartışma haline getirerek işliyor. Siz her iki alanda da kitap ortaya çıkaran, üstelik ödüller alan biri olarak böyle bir ayrım olduğunu söyleyebilir misiniz?
 
Valla, kendimi şair olarak görmüyorum, ödül almış olsam da. Şairlik bence edebiyatın üstünde ve ötesinde bir şey… Sadece yazmak da yetmiyor, dünyaya yirmi dört saat o kafayla bakmak, o frekansta kalmak lazım. Aslında edebiyatçı olduğum bile su götürür. Belki de grubu dağıldıktan sonra vakit geçirmek için romanlar yazan bir müzisyenimdir. Yeni grubun kurulacağı günü bekliyorumdur. Ne olursa olsun, edebiyatta bir misyonu yerine getirdiğime inanıyorum. Benim romanların gördüğü ilgiden sonra bizim kuşağın yazarları daha çok cesaretlendi. Yayınevleri de onlara yatırım yapma heyecanı duydu. Benden çok daha parlak yazarların yürüyeceği yolu ormanda baltamla açtım. Mutluyum, gururluyum.
 
Benim sayabildiğim bugüne dek Cumhuriyet, Vatan, Hürriyet ve Aydınlık’ta yazılarınız yayınlandı. Bunların arasında en ‘net’ siyasi tavır sahibi olan Aydınlık diyebiliriz. Bir yazar için Aydınlık’ta yazmak risk değil midir?
 
Sanatçı için siyasetle temas her zaman riskin kralıdır. Meslekten köşe yazarı değilim. Olmak gibi müthiş hayallerim de yok. Benim şansım, siyasetten anlamadığımı çoktan fark etmiş olmam. Şahsen memleketi değil okuru kurtarmak niyetiyle yazıyorum. Aydınlık’ın teklifi de son derece nazikti, o sebeple kabul ettim.
 
Aydınlık’ta yazmak İşçi Partili olmak mıdır?
 
Öyle bir şartla karşılaşmadım. Ama İşçi Partili arkadaşlarım var, arada fikir alışverişi yapıyoruz.
 
Sizin için Aydınlık’ı özel yapabilecek şeylerden biri sanıyorum ki Lise’den abilerinizden olan Ferhan Şensoy ile birlikte yazabilmek. O’na ve oyunlarına nasıl bakıyorsunuz?
 
Bizim kuşak için Ferhan Şensoy efsanedir. Mizahta esas devrimi Cem Yılmaz’dan önce o yapmıştır. Oyunları da süperdir ama ben Ferhan Abi’yi daha çok yazar olarak görüyorum. Kitapları nedense edebiyat rafına konmaz ama kalemi, en havalı edebiyatçıların çoğuna beş çeker.
 
Sanıyorum ki Ahmet Hakan Müjdat Gezen’le Ferhan Şensoy’u aynı sınıfta saymıştı geçtiğimiz yıl bir yazısında. Siz böyle bir kategorizasyona katılır mısınız?
 
Bana öyle geliyor ki, Ferhan Şensoy ve Müjdat Gezen aslında Ahmet Hakan’ın olmak istediği, gizli gizli takdir ettiği rol modelleri. O şehirli yaşam tarzını, gustoyu ve birikimi temsil ediyorlar. Kendimi asla öyle bir mertebede görmüyorum. Alt tarafı bir gitarcı parçasıyım!
 
Örneğin Aydınlık’ta geçtiğimiz günlerde Cumhuriyet Tunceli’dir şeklinde bir fikir dile getirildi. Kendini ‘Dersimli olmak’  ile tanımlayan, Dersim’e ve Mustafa Kemal Atatürk’ün ve İnönü’nün o dönem oynadığı role karşı öfkeli olan insanlar ise haklı bir tepki gösterdiler. Siz bir yazar olarak gazetenizin bu konuda yanında durmayı tercih eder misiniz?
 
Benimki biraz Murat Menteş’in Yeni Şafak’taki hali gibi. Aydınlık ile temel kabullerimiz aynı. Ama her konuda hemfikir olmak gibi bir iddiamız yok. Siyaset dediğin zaten sepet sepet illüzyon. Matrix filmindeki gibi bir sanal gerçeklik. Gerçekte neler olduğunu asla bilemiyorsun. Hem mevzu niye bu kadar önemli onu da anlayabilmiş değilim. Şehrin adını istersen Kripton koy, içindekiler mutlu olmayacaksa neye yarar?
 
Hiç örgütlü oldunuz mu? Herhangi bir partinin militanı ya da üyesi olduğunuz oldu mu? Örgütlü olmaya nasıl bakıyorsunuz? Kendinizi siyaseten nasıl tanımlıyorsunuz?
 
Üniversitedeyken bir ara ÖDP’nin Kadıköy Örgütü’ne üye oldum. Ama sonra zamanımı müzik provalarına harcamak daha cazip geldi. Kumdan Kaleler grubuyla İşçi Partisi’nin ve ÖDP’nin etkinliklerinde çaldık. Samimi olmak gerekirse, bugüne kadar içinde rahat ettiğim tek örgüt, müzik grupları.
 
Gezi’ye nasıl bakmıştınız? Bu ülkede Gezi’ye destek verenlerin sizce bugün Gülsuyu’nda ve İstanbul’un birçok yoksul mahallesinde iktidarın yarattığı teröre karşı bir araya gelme ihtimali nedir?
 
Gezi’nin ilk günlerinde twitter’a, ironi maksatlı şunu yazdım: “Bir saniye… Biz Diyarbakır’ı da 30 sene bu medyadan izledik, di mi?” Sahiden de İstanbul belki de ilk defa Diyarbakır’ı bu kadar içten anladı. Sistem mağduru olmuş herkes birbirine daha bir yakından baktı. Başörtülü ya da başörtüsüz, Kürt ya da Türk, Alevi ya da Sünni… İnşallah bir araya gelip halk koalisyonu yaratmaları mümkün olur. Ancak o zaman gerçek muhalefet doğar, siyaset de normalleşir belki.
 

SON EKLENEN 5 HABER