ÇOCUKLARA MÜZİKLİ MASALLAR
Bir çocuk yetiştirip onu ekranlardan taşan ‘müzik - eğlence - magazin’ dalgasından korumanın pek imkanı yok. Ama hiç değilse onun dünyasının Serdar Ortaç ve Demet Akalın’dan ibaret olmamasını sağlamak mümkün.
Kimsenin müziğini eleştirmek değil amacım, sadece beş yaşında ‘atarlı - giderli’ şarkılarla oynayan çocuklar görünce biraz endişeleniyor insan.
Fazıl Say bu tür durumlara ilaç niyetine bir albüm yapmış, Ada Müzik’ten çıkmış: ‘Çocuklar İçin’, adı. Kapağında nefis bir at çizimi var, kızı Kumru Say’a ait. İçinde de Türkiye’nin dört önemli bestecisinin çoğu çocuklar için yazılmış, solo piyanoyla çalınmış eserleri.
Fazıl Say’ın 20 - 30 CD’lik olmasını planladığı Türk bestecileri serisinin ilk albümü bu. Bestecileri seçerken özel bir bağlantı da kurmuş aralarında: Yedi parçalık ‘İnci’nin Kitabı’ adlı eseriyle Ahmed Adnan Saygun açıyor albümü. Afacan kedilerin, ninnilerin, rüyaların uçuştuğu, pamuk şeker gibi bir müzik... Ardından, Saygun’un ilk öğrencilerinden İlhan Baran’ın yine çocuklar için, hem de daha 22 yaşındayken bestelediği ‘Kırda Oyun’, ‘Ağır Zeybek’, ‘Anadolu Çocuk Ezgisi’ ve ‘Ege Şarkısı’ gibi bu topraklardan filizlenen parçalar geliyor.
Selen Öztürk’ün sesinden hikayeler
İlhan Baran’ın Ankara Konservatuvarı’nda yetiştirdiği iki öğrenciyle ‘şimdilik’ tamamlanıyor çember: Muhiddin Dürrüoğlu ve Fazıl Say. 12 - 13 yaşında, bir yandan Beethoven’ın sonatlarını, Chopin’in etütlerini çalışan, arada da habire top oynamaya kaçan iki yakın arkadaş. Albümde Muhiddin Dürrüoğlu’nun çocuklar için değil ama kendisi çocukken yazdığı parçalar var.
İsimleri yok, koyma görevini dinleyen çocuğa bırakıyor hikaye. Hikaye diyorum, çünkü müziklerin arasında bestecilerle, eserlerle ilgili hikayeler anlatan, onları birbirine bağlayan bir ses var; oyuncu Selen Öztürk’ün sesi. Böylece dinleyen çocuk - ve de büyük - albümü bitirirken dört önemli besteciyle ilgili de bir sürü şey öğrenmiş oluyor. Son bölüm, Fazıl Say’ın kendi bestelerine ayrılmış: 2000 yılında kızını kucağına aldığında yazdığı ‘Kumru’, dinleyeni şehrin eski zamanlarına götüren ‘İstanbul’da Bir Kış Sabahı’, ‘Ankara’nın bozkırlarından dünyanın konser salonlarına bir yolculuğu’ anlatan ‘SES’ ve Mozart’ın ‘Türk Marşı’nı neşeli bir caz parçasına çeviren ‘Alla Turca Caz’.
Dediğim gibi, popüler kültür ister istemez iyi ve kötü örneklerine ‘maruz kaldığımız’ bir şey. İnkar edilemez, yok sayılamaz. Ama hayatta başka sesler, başka müzikler, başka kültürler de olduğunu öğrenmek - öğretmek çaba istiyor. Fazıl Say bunu sahiden çok kolaylaştırmış, iş sadece alıp çocuğunuza dinletmeye kalmış. Geceleri uykudan önce masal anlatma işini Selen Öztürk’e devredebilirsiniz rahatlıkla.