Mozaik Röportajı Burak Abatay'ın Kaleminden BirGün Gazetesi'nde.
24.09.2018

 Ölümden önceki hayatımızın müziği: Mozaik

 
Mozaik grubundan Ayşe Tütüncü, Saruhan Erim, Timuçin Gürer ve Mehmet Tütüncü, BirGün Pazar’ın konuğu oldu
 
Ölümden önceki hayatımızın müziği: Mozaik
 
 
BURAK ABATAY - @abatayburak
burakabatay@birgun.net
 
Ölümden Önce Bir Hayat Vardır (1983 konser kaydı), Ardından (1985), Çook Alametler Belirdi (1988) ve Plastik Aşk (1990) albümleriyle müziğimizde özgün ve önemli bir yere sahip Mozaik Müzik Topluluğu, 1992’deki son konserinden sonra tekrar sahneye çıkıyor. Ayşe Tütüncü, Bülent Somay, Mehmet Taygun, Saruhan Erim ve Timuçin Gürer'den oluşan ve Serdar Ateşer, Sumru Ağıryürüyen, Mehmet Tütüncü, Ezel Akay, Levon Balıkçıoğlu, Cem Aksel ve Ümit Kıvanç gibi isimlerin son kadrosunda yer aldığı topluluk, Ezginin Günlüğü, Yeni Türkü, Bulutsuzluk Özlemi gibi gruplarla beraber ‘80 sonrasında karanlığı müzikle dağıtmış gruplar arasında. Bünyesinde çeşitli müzisyenleri ağırlamış olan MOZAİK'in, kuruluşundan 35 yıl sonraki bu konserinde 1983-1995 kadrosundan Ayşe Tütüncü, Saruhan Erim, Mehmet Taygun, Timuçin Gürer, Serdar Ateşer, Mehmet Tütüncü, Sumru Ağıryürüyen, Levon Balıkçıoğlu, Ezel Akay ve Yağız Üresin'in yanı sıra, Gevende grubundan tanıdığımız Gökçe Gürçay da yer alacak.
 
İlginç bir deneyim…
 
Öncelikle sormak isterim bunca yıl sonra tekrar bir araya gelmek nasıl bir his?
 
Ayşe Tütüncü: Bir yandan "tekrar kardeşlerini bulmak" gibi bir şey, gerçi hiçbir zaman çok kopmadık, bazılarımız beraber başka çerçevelerde müzik yapmaya devam etti. Bir yandan da şöyle: İşin en başında düşünsel, sanatsal kavramlarımızın, yaklaşımlarımızın llk oluştuğu yıllarda biz birarada çok zaman geçirdik, uzun yıllar birlikte sanatla uğraşıp ürünler verdik. Mozaik'ten sonraki yıllarda tek tek geliştirdiğimiz bir sürü şeyin yanısıra şimdi tekrar birlikte müzikle uğraşmak, sınanmış ve iyi olmuş birşeye tekrar başvurmak gibi.
 
Saruhan Erim: İlginç bir deneyim... Bir yanınız, yıllar öncesinin tatlı anılarını korumak istiyor; onlara dokunmayalım, hep tatlı kalsınlar istiyor. "Geleceğe dönüş" filmi gibi, bugün dönüp geçmişe dokunduğunuzda, ya sonra o anılara birşeyler olursa... Ya sonra bugünü algılayışınız da değişirse. E, bir de hafif sararmaya başlayan nüfus kağıtları meselesi var, ne de olsa 25 yaşındaki gibi değiliz, ya sesim o perdeye çıkmazsa, ya nefesim o vokale yetmezse, acaba enstrumanımda o karışık partisyonu parmaklarım dolanmadan çalabilecek miyim vs. Diğer yanınız ise, eski arkadaşlarınızla tekrar hemhal olmak, onlarla yeniden birşeyler yapmak için deliriyor... O sevinçleri hatırlamak, birlikte bir şeyler yaratmanın hazzını tekrar yaşamak istiyorsunuz. Aradan geçen onca seneden sonra daha değişik, daha yeni neler olacaktır kimbilir... Sonra, tereddütlerinizi yenip, kendinizi heyecanın akıntısına bırakıyorsunuz. Eski arkadaşlarınızı yeniden buluyorsunuz. Evet, bazı huylar değişmiş, kimi biraz kemikleşmiş, kimisi yumuşamış, beceriler incelmiş, bazıları biraz unutulup küflenmiş... Ama sonuçta ortak geçmişiniz ağırlığını koyuyor, birbirinizle daha olgun ve üretken bir grup oluşturmanın yollarını buluyorsunuz...
 
Mozaik'in ilk konseri öncesinde dağıtılan konser program dergisi
 
6 CD’lik Mozaik külliyatı büyük bir heyecan yaratmışken bu kez sizi bir arada sahnede göreceğiz. Yılın en büyük sanat olaylarından bir tanesi diyebilir miyiz bu duruma?
 
Ayşe: "En büyük, en iyi, en güzel...", şöyle diyeyim, "en" bizce dikkatle kullanılması gereken bir kavram, çünkü "en ..." dediğinizde tek tek şeylerin "kendi halinde - kendisi gibi iyi" oluşları değersizleşebilir. Mozaik'in konseri yılın "en büyük" sanat olayı mı bilemem, ama bizce büyük bir yaşantı, belli ki sizce de öyle, geri kalanlar için de öyle ise bu harika bir durum!
 
Saruhan: Bu cümleyi sizin kurmanız bizim gururumuzu okşar tabi ki. Ama doğruluğu konusunda fikir ileri sürmek bile bizim haddimizi aşar. Bu siz dinleyicilerin/eleştirmenlerin cevaplaması gereken bir soru... 
Biz tabi ki yapmış olduğumuz şeyleri önemsediğimiz için, onları genç arkadaşlarımızın duyması, sevmesi için bunca sene sonra tekrar biraraya geldik, uzun uzun çalışıyoruz. "Yılın en önemli sanat olaylarından bir tanesi" olmak amaçlarımız arasında yoktu doğrusu... "En" kelimesini atıp, "Yılın sanat olaylarından biri" olarak anılsak bile bu çok mutlu bir durum olur bizim için. Çabalarımız muradına ermiş olur. Ama bu saptamayı lütfen sizler yapın...
 
 
Timuçin Gürer: Yılın en büyük sanat olaylarından ikisi Çağlayan ve Silivri "performansları", onların hakkını yemeyelim: Birincisi Çağlayan'da "Barış İçin Akademisyenler"in yargılanmaları sırasında akademisyenlerin ve destek olan sanatçıların mücadele ve dayanışması (20 Eylül itibariyle 5 Aralık 2017'den bu yana mahkemeye çıkan akademisyen sayısı 271 oldu. 23 akademisyen 1’er yıl 3’er ay hapis cezasına mahkum oldu)... İkincisi ise Osman Kavala'nın haksız tutukluluğunun sona ermesi ve bir an önce aramıza dönmesi için çeşitli kereler Silivri önünde ve Tophane Depo'da biraraya gelen sanatçı etkinlikleri.
 
 
BurAda Müzik Var ile beraber sahneye çıkacaksınız? Ne zaman başladı çalışma süreciniz?
 
Ayşe: Biz bu festival teklifinden önce zaten "e artık konser yapmak üzere kolları sıvayalım" diyerek Mart sonuna doğru başlamıştık çalışmalara, önce ağır giden bir tempodaydık, çünkü üyelerimizin üç/ dört şehre yayılmışlığı da var ya.. hızlanmanın yöntemlerini yavaş yavaş keşfettik.
 
Saruhan: Aşağı yukarı yarım senedir giderek artan bir tempoda en eski repertuarımızdan başlayıp yavaş yavaş "paslarımızı çözmeye" başlamıştık zaten. Bize kalsa yeni yıla doğru değişik formatta bir konser filan düşünüyorduk. Kendimizi biraz da olayların akışına bırakmıştık. BurAda Müzik Var, bu sürecin ortasına bir çığ gibi indi, iyi de oldu.
 
 
Bu konserle beraber yeni çalışmalar, belki yeni bir albüm de gelebilir mi?
 
Ayşe: İyi oldu bu soruyu sorduğunuz, şu sıralar bize en çok sorulan soru sanırım bu: Hepimizin aynı şehirde olmayışı tabi ki birlikte üretmeyi zorlaştıran bir şart, çünkü süreleri ve spontaneliği kısıtlıyor.. Şu da var, yıllar içinde tek tek tek geliştirdiğimiz özelliklerin ortak çalışmaya nasıl bir etkisi olacağını ancak tekrar çalışma sürecinde anlayabiliriz. Bizim ise kendimizi bu soruyla "vaktinden önce uğraştırmamak" gibi bir anlayışımız var.. insanın çok gençken en keşfedemediği şeylerden biri, sorularla/ sorunlarla vaktinden önce cebelleşip kendini helak etmektir, biz bunu yapmıyoruz, yapmak da istemiyoruz, zaten yeterince işimiz var, o da Külliyat konserlerine çalışmak, ve tabii bunun tersini de yapmıyor, yeni gelişmelere de kendimizi kapamıyoruz. Mühim olan kendini akışa bırakabilmektir, "su yolunu bulur"muş.
 
Saruhan: Bu da fikir belirtmesi zor hatta imkansız konulardan bir tanesi. Tabi ki "yeni beste veya düzenleme yapmayacağız" diye bir karar falan almadık. Saçma olurdu zaten. Ama buradan sonrası tamamen grup üyelerinin "birlikte rezonansa girmesi" gibi bir süreç gerektiriyor. En azından bizim gibi çok bestecili, daha çok "ortak düzenleme" yapan gruplar için süreç böyle. Bu da daha fazla birarada çalışmakla olabilen bir şey. Kapımız açık, fakat şu an kafamızda "yeni bir şeyler yapmak" diye bir kaygı ön planda değil...
 
 
Mozaik bir şekilde ortaya çıkardı
 
Mozaik, 80 sonrasının Ezginin Günlüğü, Yeni Türkü, Çağdaş Türkü, Bulutsuzluk Özlemi, Mayıs Müzik Topluluğu ile beraber kült gruplarından. O günün koşulları mıydı Mozaik’i ortaya çıkaran?
 
Mehmet Tütüncü: Cevaplandırılması hem çok kolay, hem de çok zor bir soru... Hayattaki hiçbir şey, ortaya çıktığı günün koşullarından bağımsız olarak ortaya çıkmış olamaz. Bu tabii ki Mozaik için de geçerlidir. Ama "o günün koşulları farklı olsaydı Mozaik ortaya çıkmazdı" denirse, bence bu yanlış olur, çünkü Mozaik grubunu ortaya çıkaran koşullar ya da etkenler sadece o günün koşulları değildi.
 
Saruhan: Belki tam böyle sahneye çıkmazdı, ama Mozaik gene bir şekilde olurdu. Ben adı geçen grupların her birinin, dönemin genç entellektüel zümresi diyebileceğimiz üniversiteli, "şehirli" kitlenin belli bir bölümünün müzik yönelimine hitap ettiğini düşünürüm. Çoğunlukla bu "müzikal yönelimler" bir miktar örtüşürdü... Önemli olan, bu yönelimlerin toplamının "genç şehirli aydın" zümresinin müzik dağarcığını oluşturuyor olmasıydı. Bu dağarcık, bizim abilerimizin, ablalarımızın zihinlerinde 1960'lı yıllarda oluşmaya başlamıştı. Önce 12 Mart, sonra 12 Eylül darbeleri, öncelikle bu entellektüel gelişimi tırpanladı, tüm sanatçılarını, yazarlarını, müzisyenlerini, hasılı tüm yaratıcılarını yok etmeye çalıştı. Bence bahsedilen grupların 1980'i takip eden yıllarda filizlenip aşağı yukarı eşzamanlı ortaya çıkmaları, yıllardır açlığı duyulan bu "dağarcık boşluğunu" doyurabilmek için gerekliydi. Mozaik de, diğerleri de bir şekilde ortaya çıkmalıydılar.
 
Ve dönemin koşulları, dönemin müzisyenlerine/gruplarına bir kimlik, bir tema kazandırdı. Buna katılır mısınız?
 
Mehmet: Kuşkusuz ki, dönemin grupları müziklerini yaparken dönemin koşullarına olan tepkileriyle birlikte oluşturdular müziklerini (belki de, en azından, "müziklerini tepkileriyle harmanladılar" demek gerek)... Öte yandan, grupların hepsinin de müziği çok farklı (ve bu çeşitlilik de çok değerli). Bu anlamda, "dönemin koşulları dönemin gruplarına bir kimlik kazandırdı" değil de, "grupların her biri, kendi kimliğini, dönemin koşulları içinde kazandı" demeyi tercih ederim.
 
Bugünün koşulları, 80’den de hiç farklı değil. Bugünün müziğini, müziğin kimliğini nasıl buluyorsunuz?
 
Saruhan: Evet, teknoloji, iletişim, ulaşım olanakları, kişi başına gelir açısından 80lere göre epey daha iyi bir yerlerdeyiz. Lakin, ayni şeyi özgürlüklerimiz, demokrasi, hukuk açısından, bilim ve sanat dünyamız açısından maalesef söyleyemeyiz. Bu ortamda günümüz toplumunun sadece "günü yaşadığı" hissiyatındayım. Yukarda bahsettiklerimi bir sosyal medya ortamında yazmam bile "toplumu alenen umutsuzluğa sürüklemek, bu yolla düzeni değiştirmeye tam teşebbüs" olarak iddianame haline gelebilir, bir iki eklemeyle "vatan haini-terörist" olarak ortadan kaybolabilirim. Günümüz sanatı ve sanatçısının her ne hikmetse bu konularda "ağzının bantlı" olduğunu söylemek gerekiyor. Baskıların gücü düşünüldüğünde buna biraz hak verilebilir belki. Ama sanatçı zaten tanımı gereği hep muhalif olandır, bunu yaparken de aklını ve sanatının inceliklerini kullanarak bu baskıları savuşturmayı becerebilmelidir. Günümüz "pop" müziğinde bu bahsettiklerimden emare bulamıyorum...
 
Topluluğun olduğundan daha fazla popüler olması gerektiğini düşünüyor musunuz?
 
Saruhan: Mozaik'in daha popüler olması aslen çok tercih ettiğim bir durum olmazdı. Kelimenin tam anlamıyla "pop" olan hiçbir şeyi sevmemişimdir. Çok pop olan konserlere gitmeyi, haftalarca vizyonda kalan filmleri seyretmeyi sevmem. Kendimi "sürüdeki bir koyun" gibi hissetmeme sebep olurlar. Ama, albümlerimizin tam da kasetten CD'ye geçiş sürecinde eski formatta "gömülü kalması" tabi ki epey kötü oldu. Yeni kuşak dinleyici kitlesinin bizi bulması bile imkansızlaştı.
 
Ben gene de "yığınların dinlediği" bir grup olmaktansa, hayatının bir yanını bizim müziğimizle anlamlı bulan, ama daha küçük bir zümreye hitap edebilmeyi önemli bulurum. "Kült grup" tabiri de bunun için uygun görülüyor zaten.
 
‘Deneysel’ bir müzik yaptınız. Kendi zamanı için de, bugün için de. ‘Üç Gitar’ şarkısı mesela. Ya da ‘Bezirganbaşı’ veya ’Eylül’e Giriş’. Endişeye sahip miydiniz? Acaba anlaşılır mı gibi bir çekinceniz var mıydı?
 
Mehmet: Doğrusu, "deneysel" kelimesinin uygun olup olmadığından emin değilim. Evet birçok kişiye bu müzik deneysel gibi gelebilir. Ve belki, "müzikte daha önce denenmemiş bazı şeylerin, müziğe ilişkin bazı tehlikeleri de göze alarak yapılması" anlamında, deneyseldir de... Ama kelimenin tam anlamında deneysel, bence, sonucu önceden bilinmeyen bir şeydir. Ve, evet, tabii ki seyirci açısından sonucu, yani parçaların dinleyicide ne gibi etkiler uyandıracağını bilemezdik. Ama onu tahmin ederek ona göre müzik yapmak zaten bizim anlayışımız değil, dolayısıyla bu anlamda zaten hep deneysel olmak durumundayız... Parçaların kendilerini ise "sonucu önceden bilinmeyen" anlamında deneysel olarak göremeyiz çünkü düzenlemeler veya bestelerin tamamlanmasından önce değil ama seyirciye çalınmasından önce sonuçlar bizce biliniyordu. Sevmeseydik ve çalmaya değer bulmasaydık kimseye çalmazdık. Kısacası ben aslında kendimizi deneysel bir şeyler yaptık diye hissetmiyorum. Aklımıza gelen şeyler arasında, bizi çekenleri, bize güzel gelenleri yaptık. Bu arada da, belki bir deney gerçekleşmiş oldu.
 
Saruhan: Dışardan "deneysel" tınlayabilir. Ama yaptığımız müzik, bizim bildiğimiz, dinleyegeldiğimiz müziklerin tümünün bir "hülasası" idi... Kaçınılmaz olarak... Bu bakımdan da sizin deyiminizle "denediğimiz" herşeyi biz bir şekilde daha önce zaten duymuş ve biliyorduk. Tek fark, belki de bu topraklarda, bu şehirde ilk defa yapılıyor olmasıydı. Evet, heyecanlıydık, ama endişeli değildik. Duyduğumuz, o "farklı formu" uygulamanın heyecanı idi. Ama "eyvah, acaba anlaşılır mıyız" diye bir endişe duyduğumuzu hatırlamıyorum.
 
Ayşe: Bence deneyselliği birkaç açıdan ele almak daha iyi olacak: Deneyini seyircinin gözleri önünde yapmak anlamında deneysel değildik, ki bununla doğaçlamayı kastediyorum, zamanla bu gelişmiş olsa da özellikle başlarda neredeyse hiç doğaçlama, hele hele hiç serbest doğaçlama çalmıyorduk. Öte yandan deneme yapmayı sevmek, bıkmadan usanmadan denemek bakımından çok deneyseldik; beste ve düzenleme yaparken "neleri biraraya getirmek" ve onları "nasıl bir biçimde kaynaştırmak" konusunda hiç çekinmeden, hatta pek farkında bile olmadan deneyseldik (ilk beste albümü Ardından'dan iki parça örneği: enstrümantal olarak Bir Bulutun Ardından ve şarkı olarak Bitmeyen). Deneyselliğin oluştuğu nokta bana göre deneyinizde bulundurduğunuz unsurların hiç bilinmedik, tanımadık oluşunda değil, o unsurları daha önceden bilinmeyen yeni bir ilişki içine sokmanızdadır; ne sonuç çıkacağını önceden bilmediğiniz ve belli bir sonuca doğru zorlayamayacağınız bir ilişki.
 
Mozaik’in ilk çıkışında dünya müziklerinden örnekleri, ‘hayat’ şarkıları konseptiyle cover’laması ve cover şarkılar sonrasında kendi müzikal kimliğini yaratması, tıpkı külliyat kapağında da kaleme alındığı gibi olağanın dışında bir şey. Bunu da “Çünkü Mozaik her şeyden önce bir proje grubudur” olarak açıklıyor Erdir Zat. Bunu biraz açabilir misiniz? Ne tür bir projedir sizce Mozaik?
 
Mehmet: Erdir Zat'ın bir saptamasını onun saptaması olarak benim açmam doğru olmaz çünkü onu yanlış anlamış olabilirim. Ama Erdir Zat'ın bu önermesinin bende uyandırdığı düşünceleri açabilirim. Hatırladığım kadarıyla, ta 1983'te bir araya geldiğimizde, birbirimizle konuşup tartışırken "ilk aşamada vokal ağırlıklı düzenlemeler yapalım, daha sonra enstrümantal müziğe de ağırlık verelim, daha da sonra şöyle şöyle besteler yapalım" gibi olsun ya da bambaşka türlü olsun herhangi bir plan ya da programımız yoktu. O zaman yapmak istediğimiz şey, bilincinde olduğumuz kadarıyla, bir ölçüde günün koşullarının etkisiyle seçilmiş ama bizim için her zaman anlamlı olmuş ve olacak (ve tabii çok sevdiğimiz) bazı parçaları, kendi yeti, yetenek ve tercihlerimize göre düzenleyip bir topluluğa çalarak müziği yaşamak ve yaşatmak idi. Ama bu demek değildir ki ortada bir proje yoktu. Çünkü biz bir araya geldiğimiz anda, her birimizin gruba getirdiği imkan ve birikimlerin ve de (müzikte yapılabileceklere ilişkin) fikir ve hayallerin birleşmesi, belki de o sırada henüz bizim de fark etmediğimiz bir projeyi potansiyel olarak oluşturmuştu. Ve tabii, böyle bir proje, gerçekten varsa, zaman içinde keşfedilmeyi, açılmayı, oluşabilir'den oluşmuş'a dönüştürülmeyi bekliyordu. Sanırım önemli ölçüde oluşmuştur da... Yine de tam anlamıyla bir projeden söz etmek, en azından gerçekleşmiş sabit bir projeden söz etmek biraz zor. Çünkü, sahiplerinin kafasında en azından kısmen bilinçsiz olarak varolan her proje gibi bizim projemiz de hayatın akışının etkileriyle çarpışa çarpışa birtakım dönüşümlere uğramış olsa gerek...
 
Saruhan: Birincisi, biz ilk konserimizde "cover" mantığıyla hareket etmedik. Evet, konserin ismindeki mantıkla, bize "hayatı" anlatan, hatırlatan dünyanın dört bucağından şarkılar derledik. Ama bunları parça arası ve parça üzeri görseller, sahne üzeri anlatı metinleri ile bezeyerek bir gösteri yapısına soktuk. Elle çizilerek hazırlanmış konser program dergilerimiz bile bu kavramın bir parçası idi. Şarkıların enstruman düzenlemeleri, vokal düzenlemeleri, bazı parçalarda eklenen tamamen yeni bölümler, sunuşu bir "cover" konseri olmaktan çok uzaklara taşıyordu. Çoğu o zamanki dinleyici kitlemiz tarafından bilinen, evdeki kasetçalarlarında orijinallerini dinledikleri parçaları bu denli kıvırıp bükmek, düzenlemek, zaten takip eden yıllarda yapacağımız beste çalışmalarının bir başlangıcı olarak kabul edilebilir. Az evvel de dediğim gibi nasıl bir iklimde ortaya çıktığımızı anlattım. Ama ortaya çıkarken "biz şunu, bunu olacağız" diye bir proje yoktu açıkcası. Sadece bir dünya görüşümüz, çeşitli konulara belli bir bakışımız ve hassasiyetimiz vardı...
 
Çok zevkli provalar yapıyoruz
 
Konsere tekrar geri dönecek olursak, neler bekliyor bizleri?
 
Ayşe: Ağırlıkla "Ölümden Önce Bir Hayat Vardır" albümümüzden ve sonrasında bestelerimizden de çalacağız. Her akşam üç grup peşpeşe olduğu için çalma süreleri zaten 60-70 dk ile sınırlı. Biz çok zevkli provalar yapıyoruz, konseri de heyecanla bekliyoruz. Görüşmek üzere, teşekkürler
 
Timuçin: Bazen umut, sadece, bir zamanlar neler yapabildiğimizi, nasıl yapabildiğimizi hatırlamaktır..." (Pınar Öğünç'ün Michael Hardt ile Radikal Gazetesi'nde yaptığı bir söyleşiden benim aklımda kaldığı şekliyle...)


BirGün Gazetesi

SON EKLENEN 5 HABER